Bağımlılık üzerine yazmadan önce biraz genel algıyı da saptayabilmek için internette gezindim ve şu tanımlara rastladım: ‘Bir kimyasalı, maddeyi, ilacı veya aktiviteyi psikolojik ve fiziksel zararlarına rağmen bırakamamak’. ‘Zararlı sonuçlarına rağmen kişinin kendini durduramadığı karmaşık bir beyin hastalığı’. ‘Beynin yapısını ve fonksiyonlarını etkileyen süregelen ve kontrolün kişinin elinde olmadığı bir rahatsızlık’ ve daha niceleri…
Bu tanımlara baktığımızda bağımlılığa temel olarak, olumsuz sonuçların farkında olunmasına rağmen kişinin kontrolden çıktığı ve beynin yapısının ve ilişkili olarak işlevlerinin belirgin biçimde bozulduğu rahatsızlık diyebiliriz. Ancak bu yeterli mi? Bu tanımların arkasına sığınıyorken asıl noktayı kaçırıyor gibiyiz. Bu kişi ne yaşıyor? ‘Madde kullanmak kötüdür. Kullanma’. Muhtemelen kişi madde kullanmanın ‘kötü’ olduğunun farkında. Tırnak işaretiyle belirtmemin sebebi bir kişinin madde kullanmayı kötü olarak tanımlamak zorunda olmaması… Madde kullanmak keyif verici, eğlenceli, mutlu eden ve iyi bir şey olarak da görülebilir. O zaman da benzer bir soruya geliyoruz: Bu kişi neden kullanıyor?
Beyin hastalığı açıklamasını bir kenara bırakacak olursak, klasik psikodinamik teoriler bağımlılığın bir boşluğu, kişinin kendi içinde deneyimlediği ve bir türlü anlamlandıramadığı bir boşluğu doldurmak üzerine ortaya çıktığını vurgular. Bu boşluk öyledir ki bir umutsuzluk, güçsüzlük ve yoğun bir öfke yaratır. Haliyle kişi bu duygularla kalmak istemez ve duygularını tersine çevirmeye çalışır. Eyleme geçer… Birine aşırı bağlanır, madde/alkol kullanır veya deli gibi alışveriş yapar. Tabii duygular kısa süreliğine tersine döner ve kişide ‘Ben duygularımı kontrol edebiliyorum’ düşüncesiyle hatalı bir güç hissine neden olur ve bu durum döngüyü devam ettirir. Bu perspektiften baktığımızda boşluğu tanımlamak ve anlamlandırmak ve kişiye deneyimine olan yolculuğunda eşlik etmek belki de en iyisi olacaktır.
Comments